Makaleler

Şairler ve savaş

Bugün (11 Kasım) Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-18) yüzyıl önce resmen sona erdiği gün. Onlarca ülkenin katıldığı savaş, arkasında büyük yıkımlarla birlikte milyonlarca ölü ve yaralı bıraktı. Yüzyıl önce birbirleriyle savaşan ülkelerin liderleri bugün el sıkışarak kucaklaşabiliyorsa, bütün bunlar niye yaşandı? Gerçekten kazananı var mıdır savaşların?

Kim bilir zafer diye kutlanan savaşların arkasında bile nice trajedi ve dramlar yatıyor(dur)… Ancak bunları yaşamayanlar savaşı yüceltebilirler. Aynen Birinci Dünya Savaşı öncesi ve başlarında savaşı yücelten binlerce şiir yazan Alman şairler gibi.

Savaşın bitiş yıldönümü güneşli bir pazar gününe denk geldi. Bu münasebetle her yerde olduğu gibi Hamm Şehir Kütüphanesi’nde de bir etkinlik düzenlendi. Hem konferansı verenin kişiliğini hem de sunumun içeriğini dikkate alarak kütüphanenin yolunu tuttum. Kütüphanenin bir yıl kadar önce emekli olan eski müdürü Dr. Volker Pirsich, ders çıkarılası konuyu ibretli örneklerle anlattı. Sessiz bir ortamda dönemin bazı önemli edebiyatçı ve şairlerinden bahsetti, şiirlerinden okudu.

Kimler yoktu ki bunlar arasında… Gerhard Hauptmann, Alfred Döplin, Thomas Mann, Heinrich Mann, Hermann Hesse, Richard Dehmel, Ernst Jünger, Alfred Lichtenstein, Ernst Stadler, August Stramm, Otto Nebel, Kurt Tucholsky, Erich Mühsam, Lugwig Rubiner, Carl Zuckmayer, Kurt Heller, Walter Flex vb.

Örneğin Georg Trakl (1887-1914), son şiirlerinin birinde şu anki Batı Ukranya’da Rus kuvvetleriyle Avusturya-Macaristan ordusunun 1914’te yaptığı çetin Grodek Savaşı’nı şöyle anlatır:

GRODEK
Akşam oldu mu hazan ormanları
Kan kusan silah sesleriyle inler,
Altın renginde ovalarla mavi göller üzerinde güneş
Bitmeyen kederiyle yıkılır gider;
Gece kucaklar ölüme hazır savaşçıları,
Ve parçalanmış ağızlardan yanık çığlıkları.
Şafağın kızıl bulutları, oturur içinde öfkeli Tanrı,
Çayırların üzerinde sessizce toplar,
Akıtılan kanı; ayın ürpertici serinliğinde
Bütün sokaklar kara çürümüşlüğe çıkar.
Gecenin ve yıldızların altın sarısı dalları altında,
Salınır suskun ormanda kız kardeş gölge,
Kahramanların ruhunu ve kanlı başları selamlamak için;
Ve sessiz tınlar güzün karanlık flütleri.
Ey gururlu hüzün! Siz tunçtan sunaklar,
Ruhun kızgın alevini dev bir acı besler,
Bir de doğmamış torunlar.

Birinci Dünya Savaşı’na büyük bir çoşkuyla gönüllü katılan şairler, özellikle Trakl gibi 1875-1895 yılları arasında doğan ve çoğunluğu ekspresyonist ekolü oluşturan gençlerdi. Bu büyük felaketi yaşadıktan sonra onunla yüzleşirler. Alman edebiyatında dışa vurum (ekspresyonizm), başlangıçta estetik ve felsefeye dayalı olsa da sonraları politik yanı ağır basan bir akımdır.

Ernst Toller gönüllü olarak katıldığı savaştan ağır yaralı olarak döner. Münih ve Heidelberg’de felsefe ve edebiyat öğrenimi görür. Savaş yaşantısı Toller’in hayatını kökten değiştirir ve antimilitarist bir dünya görüşüne yönelir. İsviçre, Fransa, İngiltere üstünden Amerika’ya göç eder (1933). Burada ağır bunalımlara düşerek 1939’da New York’ta intihar eder. Toller’e göre politik şairliğin en önemli şartı sorumluluk duygusudur: Kendine ve insan kardeşlerine karşı sorumluluk.

Toller’in eserlerindeki değişmeyen konu insanın yalnızlaşma sorunudur. İnsanlar arasında gerçek bir sevgi ve beraberlik var mıdır, sorusuna derinden cevap arar. Retorik ve ütopik de olsa cevabı evet’tir. Ona göre idealistle öteki insanlar arasındaki uçurumun kapanması için kütlenin (Masse) insan, sürünün (Herde) de toplum (Gemeinschaft) olması gerekir. Bu da özgürlüğe dayalı mutlak bir ahlâkın sağlanmasıyla gerçekleşebilir.

Her ne kadar şiirlerinde savaşkârlığı yüceltse de onun kahredici ve yıkıcı yüzünü gördükten sonra çokları gibi bu düşüncelerinden çabuk vazgeçer.

Toller, “Die Wandlung” (Dönüşüm, 1919) isimli dramında altını çizer bunun. Dram kahramanı Friedrich, heykeltraş olmak ister. Savaşın herkesi birleştireceğine inandığından dolayı denizaşırı savaşlara katılır. Savaş dönüşü, bir heykelde vatanın zaferi konusunu işlemek ister. Ama savaş malûlü bir gaziden dinledikleri onu çok etkiler ve savaşın yalnızca belli bir çıkarcı çevreyi desteklediğini öğrenince heykelini paramparça eder.

Birinci Dünya Savaşı’ndaki vahşetten sonra Alman edebiyatçıların çoğu 1920’li yıllarda savaşın anlamsızlığını ortaya koyan roman, dram, şiir gibi nice edebi eserler verirler. Verirler ama 21 yıl sonra gelecek ikinci büyük felaketin önüne geçemezler. Niçin? Bertolt Brecht, 1928’de yayınlanan “Üç Kuruşluk Opera” (Die Dreigroschenoper) isimli eserinde teşhisi koyar: “Önce ekmek sonra ahlâk. İnsan neyle yaşar ki?” (Erst kommt das Fressen, dann kommt die Moral. – Denn wovon lebt der Mensch?).

Savaşların nasıl bir yıkım ve felaket olduğunu hâlâ anlamayan dünyanın belli coğrafyaları, bu acıları yaşamaya devam ediyor. Toplumun eğitim ve refah seviyesi yükselmeden, evrensel bir hukuk, etik ve adalet anlayışı yerleşmeden ne acılar biter ne de trajediler.

Dr. Pirsich’i dinlerken aklıma Arif Nihat Asya’nın “Bayrak”, Yahya Kemal’in “Akıncılar”, Mehmet Akif’in “Çanakkale Zaferi” isimli şiirleri geldi. Şimdi savaş ve düşmanlık üzerinden değil, barış ve sevgi üzerinden bir kimlik inşasına her zamankinden daha çok ihtiyaç var.

Almanlar savaşı yücelten 50 binden fazla şiirin bedelini fazlasıyla ödediler. Peki, bunca tecrübeye rağmen toplumlar hâlâ niçin ağır bedeller ödemeye çalışırlar, anlaşılır gibi değil.

Muhammet Mertek 

Letzte Aktualisierung: 25. Januar 2021
Zur Werkzeugleiste springen