Makaleler

İlm yolunda Goethe’nin peşinde

Öyle şehirler var ki, rüyada, masallar ülkesinde ya da cennet tasvirlerinin yeryüzündeki izdüşümlerinde yaşıyormuş gibi hissedersiniz kendinizi.

Weimar, Karlovy vary, Stützerbach ve Erfurt hattında ünlü şair Goethe’nin izini sürerken bu duyguya fazlasıyla kapılırsınız. Üç yüz yıllık bir zaman diliminde tarih, şehir, edebiyat ve bilim alanlarında adeta zamanda bir yolculuk yaparsınız.

Johann Wolfgang von Goethe gerçekten ilginç bir kişi. Henüz on yaşındayken Klopstock ve Homer’i okumaya başlıyor, tiyatro ve edebiyata ilgi duyuyor. O zamanlar Fransız işgali altındaki Frankfurt’ta birçok kez Fransız tiyatrosuna gidiyor. Bilgi ve düşünce düzeyi o kadar gelişiyor ki, ebeveyni 16 yaşındayken hukuk öğrenimi için üniversiteye, Leipzig’e gönderiyor. Fakat Strasburg macerasıyla öğrenimini bitirip Frankfurt’a geri dönüyor. Bu arada şairliği ön plana çıkıyor.

Sachsen-Weimar dükü Carl August’un 1775’te Weimar’a daveti Goethe’nin hayatındaki dönüm noktalarından biridir. Maddi imkanlara kavuştuğu gibi, dük hemen hemen bütün işlerde ve şehrin inşasında ondan istifade ediyor.

Manidardır, dükün Goethe başta olmak özere bilim ve kültür insanlarına saygı duyup onlara imkanlar tanıması ölçüsünde Weimar bölgesi gelişiyor, bir kültür ve düşünce merkezi haline geliyor. Yani yöneticiler gerçek kültür ve bilim insanlarına değer verdikleri, onlardan istifade ettikleri ölçüde o bölge/ülke ilimde, sanatta, kültürel alanlarda gelişirken, onları baskı altına alıp, hapse tıktıkları oranda da çatışmalar yaşanıyor ve toplum geriye gidiyor. Her kültür havzasında tarih bunun örnekleriyle doludur.

 

Goethe’nin Weimar’daki Evi

Goethe uzun sayılacak ömründe (83 yıl) dünyayı bir kere dolaşacak kadar seyahat eder. Doğa bilimleri, sanat, müzik ve edebiyata yakın alâka duyar. Bu çok yönlü şair, Frankfurt’ta (Main) doğar; Weimar, Erfurt, Jena, Ilmenau, Stützerbach, Karlovy vary, Innsbruck üzerinden Venedig ve Roma’ya uzanan seyahatlerde bulunur, çeşitli konularda araştırmalar yapar. En hızlı ulaşım aracının fayton olduğu bir zamanda bu kadar araştırmayı ve seyahati nasıl gerçekleştirdiği irdelemeye değer. İki yıllık İtalya seyahatinden sonra hümanist düşünceleri pekişir. İki kez görüştüğü Napolyon’un Paris’e davetini reddederken, İranlı şair Hafızla birlikte, Kur’ân’a, Arapça ve Farsça’ya ilgisi artar, yani Doğu’ya yönelir.

Nasıl bir hayat yaşadığını anlamak için Weimar ve Stützerbach’taki gibi değişik şehirlerde oturduğu evlerde kurulan müzeleri gezmek gerekir.

Weimar’daki evi şehrin merkezinde, karşısındaki şadırvandan hâlâ su akıyor. Yatak odası ile 7500 cilt kitaptan oluşan kütüphanesinin ortasında bulunan çalışma odası son derece sade. Zemin, masa ve dolaplar ahşap. Goethe, aynı zamanda bir renk bilimci. Yeşil rengin insanları dinlendirdiğine inandığından odanın duvarları yeşil. Yatak odasında köşede duran tek kişilik ahşap yatak ve etrafında asılı işlemeli duvar halısı ve duvarlar hep yeşil tonlarda. Hayata veda ettiğinde yatağın yanındaki bir kişilik koltukta oturuyordu.

 

Goethe’nin yatağı ve vefat ettiği sandalye (Weimar)

 

Evinin bitişiğindeki bir başka müzede eserleri ve çeşitli alanlarda yaptığı çalışmalar sergileniyor. Topladığı ve değerlendirdiği değerli taşlar bayağı bir yekûn tutuyor. Dikkatimi Doğu-Batı Divanı eserinin ilk baskısı (1819) çekti. Hemen yanında Arapça bazı sözcükleri yazdığı bir kâğıt yer alıyor.

Goethe’nin Arapça çalışmaları

 

Peki Goethe nasıl çalışır, eserlerini nasıl yazardı? İster edebi ister bilimsel olsun metinlerini iyice düşünerek geliştirir. Evvela kaynaklar üzerine araştırmalar yaptıktan sonra adım adım metin taslaklarını hazırlar. Bunları arkadaşlarıyla iyice müzakere eder ve birçok kez üzerinden geçer. Eserine son şekli verdiğini düşünmez. Hatta basılmış olanların yeni baskılarında bile değişiklikler yapar.

 

Goethe’nin çalışma odası

Aklına gelen düşünceleri anında kurşun kalemle bir kâğıda not eder; bununla daha akıcı yazar. Tüyle yazarken hem sürekli mürekkebe bandırmak durumunda kalır hem de sesinden rahatsız olurdu. Ki bu düşüncelerini de kesintiye uğratıyor, silsile-i efkarını dağıtıyordu. En son temiz yazıyı mürekkeple yazdırıyordu.

1790’dan itibaren metinlerini ağırlıklı olarak başkasına yazdırmaya başlar. Sekreteri not kağıdının sağ tarafına Goethe’nin söylediklerini yazıyor, sol tarafta ise Goethe yazılanları düzeltiyordu. Sonraları özel mektuplarını da buna dahil etti. Gerekli yerleri düzeltip imzalıyordu.

Belki de Goethe bunca ilhamını o bölgedeki bir akarsudan alıyordu, yani İlm’den. Kıyısında sıklıkla yürüyüş yaparken kim bilir neler neler düşünüyordu. Bu kavram, acaba Arapça ile bir alakası var mıdır diye dikkatimi çekti. Ortaçağda Baltık dillerinden birinden geliyormuş. Ama önemli değil. Bu ırmak boyunca Arapça’daki anlamını boşa çıkarmayacak şekilde düşünce, sanat, bilim ve teknolojik alanlarda nice gelişmeler yaşanmış ki, hayret etmemek elde değil.

 

Goethe’nin İlm kenarında gezinti yaptığı yol

 

Dostluk ve kültür şehri Weimar

Weimar denince aklıma ilk Goethe ve Schiller gelir, bir de aynı adla anılan cumhuriyet.

Alman klasisizminin iki dev ismi Goethe ile Schiller’dir. Bu iki şairin dostluğunu, Weimar Cumhuriyeti’nin ilan edildiği binanın önündeki heykelleri sembolik olarak perçinler. Goethe ilhamını hayattan alan ve duygusallığı önceleyen bir tarzla şiir yazarken, Schiller düşünceyi temel alır ve felsefeyi şiirlerine giydirir. Yetiştikleri sosyal hayat açısından da farklıdırlar. Goethe küçük yaşlarda anne-babası ve özel eğitmenlerden iyi bir eğitim alırken, Schiller sadece babasının ceberut davranışlarına değil, tam bir mutlakıyetle yönetilen yaşadığı bölge dükünün baskılarına da maruz kalır. Genç yaşlarda 1773-80 yılları arasında hukuk ve tıp öğrenimi alır. Gizlice yazdığı “Eşkiyalar” (Die Räuber) isimli ilk dramı sahnelenince (1782) hapse atılır ve yurt dışına çıkma yasağı gelir. Büyük yankı uyandıran eserinde büyük bir cesaretle despotik rejimin baskılarını ve toplumdaki adaletsizlikleri nazara verir. İlk tiyatro denemelerine 13 yaşlarındayken başlayan Schiller, zorla gönderildiği askeri okuldaki ağır disiplinin de etkisiyle 15 yaşına kadar altını ıslatır. Onun Weimar’a gelmesi de (1787) yine Weimer-Sachsen dükü Carl August sayesindedir.

 

Schiller’in Weimar’daki Evi

 

Goethe ve Schiller sosyal çevre, düşünce, kişilik ve sağlık açılarından bütün farklılıklarına rağmen dostluk kurabilmiş, Weimar’ın bir kültür ve edebiyat şehri haline gelmesinde büyük katkıları olmuştur. Goethe, ilk zamanlar Schiller’den haz almaz. Biraz uzak durmak için Jena’da üniversitede tarih dersleri vermesine bile aracılık yapar. Ancak ileriki yıllarda Schiller’in 1805’teki erken ölümünden sonra Goethe’nin onun yanına gömülmesini vasiyet edecek kadar da dostlukları derinleşir.

Weimar dükü kültür ve sanat insanlarına sahip çıktı, hatta engin ufuklarından istifade ederek onlara şehrin güzelleşmesinde görevler verdi. Görülüyor ki, köklü ve tarihe mal olan şehirler, sadece siyasetçilerin içgüdüleriyle değil, kültür ve sanat insanlarının, düşünürlerin katkılarıyla ortaya çıkıyor. Ki buna Batı ve Doğu medeniyetinin geliştikleri zaman dilimlerine damgasını vuran şehirler şahit.

Her iki şairin yaşadığı evler, şimdi Weimar’da yediden yetmişe insanların saygıyla ziyaret ettikleri müzeler olarak hizmet veriyor.

Goethe ve Hafız

Goethe’nin bir başka şairle daha dostluğu vardır ki, onu da Beethoven Meydanı’ndaki karşılıklı iki boş sandalye sembolize eder, İlm ırmağı ile Eski Şehrin (Altstadt) ortasında doğu ile batıyı buluşturur. Kendinden 400 yıl önce yaşayan İranlı şair Hafız ile kurduğu manevi dostluğu dillere destandır Goethe’nin. Adeta zamanı, mekânı, dinî ve kültürel sınırları aşarak sağlar bu dostluğu. Doğuyu onunla bir başka keşfeder ve meşhur Doğu-Batı Divanı (West-östlicher Divan) isimli eserini yazar.

 

Doğu-Batı Divanı’nın ilk baskısı (1819)

 

Yaklaşık 15 yıl önce biyolog Prof. Dr. Eberhard Müller’in bana yazdığı sürpriz bir mektubu hatırladım. Ortak dostumuz psikoloji profesörü Helge Paulus bazı çalışmalarımızdan bahsetmiş kendisine, o da bir mektupla onurlandırmayı düşünmüş. Mektubunda Weimar’da doldurulması gereken iki boş sandalyeden söz ediyordu. Müller, Jena’da Biyoloji-Eczacılık Fakültesi dekanı olarak on yıl görev yapmıştı. Dekanlık, bizzat Goethe’nin kurduğu ve oturduğu tarihi botanik bahçesinin müfettiş evinde bulunuyormuş. Almanca ve Türkçe olarak yayınladığım mektup Goethe ile Hafız dostluğuna atıfta bulunuyor, günümüzde zor da olsa böylesi dostlukların olabileceğine dikkati çekiyordu.

Mektubunun girişinde 2000 yılında yapılan anlam yüklü bu anıtı şöyle tasvir ediyor Müller: “Weimar’daki Beethoven Meydanı’nda taştan iki boş sandalye vardır. İkisi de doldurulmayı bekler. Ama bu öyle kolay değil. Biraz yüksektirler. Her önüne gelen gayret göstermeksizin oraya oturamaz. Çünkü bu sandalyelere yakından bakılırsa, iki sandalyenin arasında arka kısımda Farsça bir yazı görülür. Maalesef buralarda bu yazının dilini çokları bilmez. Bunun bir şiir olduğu, kaynağını büyük bir kültürden aldığı söylenir. Özellikle bir şair düşüncelerini bununla şekillendirmiş. Orada yazılı mesaj kimin mesajıdır? Burada sembolik olarak kim oturmuştur acaba?

Johann Wolfgang von Goethe’nin (1749-1832) Beethoven Meydanı’ndan birkaç adım ileride (o zamanlar sık sık yaptığı okuma seyahatleri dışında) doğu kültürü ve edebiyatıyla uğraştığını hatırladığımızda ancak bu soruya bir cevap bulabiliyoruz.

İşte tam burada hatırımıza Hafız ismi geliyor. Bu Kur’an’ı ezbere bilen anlamında değil, saygıyla Hafız denen Muhammed Şemseddin’dir (1326-1390). Goethe onunla kardeşlik derecesinde bir akrabalık hissediyordu. Öylesine hayret verici bir durum ki, onunla hiçbir zaman şahsen tanışamayacaktı. Zira Hafız, Goethe’den 400 yıl kadar önce yaşamıştı.”

Mektubunun sonunda ise manidar bir diyalog çağrısında bulunuyor: “Ben hayalen Goethe’nin sandalyesine otursam haddimi aşmış olur muyum? Sizin de Hafız’ın sandalyesine oturmanız ve bizim bir diyaloğa başlamamızın gerçekleşmesi ümidiyle.”

Maalesef ikimizin de oturmasına nasip olmayan bu sandalyeler bir bütün granit taşından simetrik kesilen iki parçadan oluşuyor. Yani bir bütünün iki yarısı. Orta zeminde ise beş yüz yıl önce ilk defa Müslüman matematikçilerin bulduğu sonsuzluk formülüyle oluşan motifin üzerinde Hafız’dan bir şiir yer alıyor.

 

Goethe ile dostluk anıtının tabanında Hafız’ın Farsça şiiri (Weimar)

 

Sandalyenin birinin arka tarafında zemindeki dörtlüğüyle Goethe günümüze de sesleniyor:

“Kim kendini ve başkalarını tanırsa görecektir ki Doğu ile Batı birbirinden ayrılmaz bir parçadır.”

Goethe’nin bu çok değerli mirası, Alman halkı için bir zenginlik taşıyor, değerini bilene. Bugün Doğu ve Batı birbirinden ayrıysa, hatta birbiriyle çatışıyorsa, her iki tarafı temsil eden toplulukların kendilerini ve muhataplarını yeterince tanımadıklarındandır.

Muhammet Mertek
Fotograflar: © MMertek

Letzte Aktualisierung: 27. Oktober 2019
Zur Werkzeugleiste springen