Makaleler

Cahile Söz Anlatmak

Dönerken cehalet çarkında her dem,
Akmaz hayat arkında hiçbir erdem.
MMertek

    Cehalet, bilmediğini bilmemekten kaynaklanan bir kabalık ve hoşgörüsüzlük olarak tanımlanır ki doğrudur. O zaman zıddı da bilgili olmak değil, erdemli ve yumuşak huylu olmaktır.

    Hani, “Bir delille kırk alimi ikna ettim, ama kırk delille bir cahili ikna edemedim” demiş ya İmam Şafî, aynen öyle. İkna olmanın akılla, düşünmeyle birlikte erdemle alakalı yanını da açığa vuran isabetli bir yaklaşım.

    Machiavelli, “Ne olup bittiğini kendisi anlayan, kendisi anlayamasa da başkası anlatınca anlayan ve ne kendisi anlayan ne de başkası anlatınca anlayan”, diye aklı üçe ayırır ve der ki; “Birincisi mükemmeldir, ikincisi iyidir, üçüncüsü ise hiçbir işe yaramaz.”

    Kadimden beri hep olagelmiş ve hâlâ da her yerde karşımıza çıkar bu kafalar. Aldıkları eğitim veya eğitimsizliği değil, söz ve davranışları ele verir cahilliklerini. 

    Cahil kafalarca sergilenen söz ve davranışlar saymakla bitmez!

    Olumlu veya olumsuz en ufak bir tecrübeyi genelleştirir. Ülkenin topyekûn gelişmişliğini yaşadığı ufak bir tecrübeye veya uyduruktan bir propagandaya bağlayıverir. Cahile göre; yeri gelir bir köyün yolunun dozere vurup düzlenmesi, yeri gelir bir köprü, yeri gelir sıradan bir yol, yeri gelir ‘altyapı’ diye yutturulan kanalizasyon, yeri gelir şehrin göbeğine hançer gibi saplanan bir gökdelen, yeri gelir referansla gittiği bir kasaba hastanesinde gördüğü az bir ilgi, yeri gelir bir çuval kömür yardımı, yeri gelir üç günlük enflasyonun erittiği üç kuruş zamlanan emeklilik maaşı, yeri gelir bilmem ne denizinde bulunduğu iddia edilen gaz, yeri gelir “yerli ve milli” diye allanıp pullanıp yutturulan otomobil/uçak masalları bütün ülkenin sözde gelişmişliğinin tek parametresi oluverir.

    Her gün çoğu “Zaytung” tadında sayısız propaganda yayına kulak kabartır ki buna ne akıl dayanır ne de vicdan! Sürüyle insanın propagandadan ibaret dezenformasyonla beslendiği bir toplumda akıl mantık iflas etmez mi? “Finlandiya’da oruç 20 saat tutuluyor” haberine “İyi olmuş kafirlere” diye yorum yazan bir zekâ ile neyi tartışabilirsiniz?

    “Aptallık, yeterince büyüyüp ortalığı kapladığında görünmez olur.” der Bertold Brecht.

    Ülkenin yarısının yolları berbatmış, yolsuzluk her yanı kaplamış, yeni yapılan yollar iki yıl sonra çöküyormuş, ormanlar yok edilip şehirler betonlaşıyormuş, hastanelerin çoğunda ciddi yetersizlikler varmış, oralarda insanlık dışı muameleler yaşanıyormuş, insan merkezli sistem yokmuş, insani gelişim, mutluluk, demokrasi gibi endekslerde ülke son sıralardaymış, düşünce/basın özgürlüğü ayaklar altındaymış, eğitim çökmüş, kişi başına düşen milli gelir az gelişmiş ülkelerdekine denk erimiş, para paçavraya dönmüş, etin kilosu ateş pahası olmuş, cinsel istismar yaygınlaşıyormuş, cadı avı son sürat devam ediyormuş, yolsuzlukları yazıp çizenler zindanı boyluyormuş, hapishanelerde işkence ayyuka çıkmış vs vs kimin umurunda! Bütün unsurlarıyla sistem aleni bir kleptokrasiye evirilmiş, var mı dert edinen? Çünkü cahil kafa sorgulamaz, konuşmaz bunları. Devlete, topluma, ahlaka, eğitime, ekonomiye evrensel boyutta bakabilmek aklının ucundan dahi geçmez! Evrensel bakış lügatinde yoktur ki geçsin!

    Gel de şimdi şair Eşref’in meşhur sözünü hatırlama:

Bir soğan soyuluyor yaşarıyor gözler,
Koca bir memleket soyuluyor aldırmıyor öküzler!

    Cahil bir kafanın demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, çoğulculuk, etik, ilke gibi kavramlarla işi olmaz ki talepleri de olsun! Hakkında hiçbir şey bilmediği bu kavramlara kapkara cehaletiyle yan bakar! Söz dönüp dolaşıp dine, siyasete, ekonomiye geldi mi bülbül kesilir mübarek. Hiçbir kitap karıştırmadan hariçten gazel okuma öyle bir konfor sağlar ki kopmak istemez ondan. Çünkü akletmekten kopmuştur bir kere…

    Peki hem dinde hem de evrensel hukukta geçerli olan suç ile ceza arasındaki uyum, suçun şahsiliği veya cezanın yargılama sonucu verilmesi gibi noktaları kale alır mı? Recep İvedik’in gişe rekorları kırdığı ülkede bunlar pek ciddi şeyler.

    Cahil kafa gerçekten sevemez, ama nefreti sahicidir. Bazen milli ve dini hislerle, bazen de taraftarı olduğu ideolojisinin sloganlarıyla bastırır sığlığını. Çapsızlığını da daldan dala atlayarak örtmeye çalışır. Hiçbir konuda kendi fikri yoktur. Ya başkalarından kotardığı malumat kırıntılarıyla ya da kendine slogan seçtiği birkaç ayet/hadisle veya putlaştırdığı şahısların sözleriyle caka satmaya alışıktır. Edebi türlerin hiçbirine vakıf değildir ama vatan, millet edebiyatına melankolik derecede yatkındır. İlimden, fikirden haz almaz, ancak propaganda yayınlardan pompalanan ‘gaz’ ile anında geçer gerilime. Sanat, kültür, edebiyat uğramaz semtine. Bilmez ki ‘bir kaşık çalsan irfanına görünür dibi.’ Konfüçyus, ‘cahillik ruhun gecesidir, ay ve yıldızsız bir gece’, der ki haklıdır.

    Dizilerden, sosyal medyadan edinilen çoğu manipüle malumatla herhangi bir bilinç mi gelişir! Hep bilinen teraneleri sayıklar durur… Akletme, izan, erdem, sentez, ilke, araştırma hepsi hak getire… Yüz yalan söyleyen bir şarlatanın ya yalanlarını görmekten aciz ahmak ya da gördüğü halde arkasından gidecek kadar gafildir. Propagandaya teslim olup savaş, çatışma tamtamlarına kapılacak kadar da avanak. Yarıdan fazlası böyle bir kesimden oluşan toplumu şöyle betimler George Orwell: “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.” Toplumsal parçalanmışlığın sosyolojisinde düşündürücü bir tez…

    Bu arada ufak bir parantez açabiliriz; tercihini hep kötüden yana kullanma kıvamına gelmiş toplumlara, Barabbas Toplumu denir. Barabbas olayı, dört İncil’de de yer alan ibretlik bir hikâyedir. Barabbas katil, ırz düşmanı bir haydut olduğundan Romalılar döneminde zindana atılır. Zindan arkadaşı da Hz. İsa’dır. Romalıların geleneklerine göre Fısıh bayramlarında, valiler zindandaki mahkûmlardan halkın istediği birini affederlerdi. Propagandistlerin etkisinde olan cahil halk, tercihini İsa’dan yana değil, Barabbas’tan yana kullanır. O halkın isteğiyle serbest bırakılırken Hz. İsa çarmıha gerilir. Ancak serbest kalır kalmaz ilk iş olarak birini öldürüp, bir başkasının da ırzına geçer ve yeniden hapse atılır. Ertesi yıl Fısıh bayramında affedilmeye aday iki suçludan biri yine Barabbas’tır ve halkın oyu yine onun lehindedir.

    Neticede cahil kafa başkalarının aklıyla veya komutuyla hareket eder. Sadece kendi çöplüğünde öten horozlara kulak kabarttığından dünyadan bîhaberdir. İnsanlar arasında iştahla ayrımcılık yapar. ‘İyi’ bildiği insanların her dediğine inanır, ‘kötü’ bellediklerine de belden aşağı vurur, türlü isnatlar uydurur veya uyduruk isnatları başkalarına gammazlamakta da bir beis görmez. Yılların dostu bakıvermişsin birden nazarında “vatan haini” oluverir; çete reisleri, şarlatan hokkabazlar, kaba sokak serserileri de dost! Aidiyet duyduğu toplulukta tanımadığı insanları yüceltirken iyi tanıdıklarını bir çırpıda siler. Cahil kafa küstahtır nihayetinde. Bir anda muhatabını rencide eden, gönül kırıcı, ukalâ davranışlar içine girmekten kaçınmaz. Hz. Ali’ye atfedilen söz fevkalade isabetlidir: “Cahile sakın latife yapma, dili zehirli olduğundan gönlünü yaralar.” Kaba/dar kafalıları muhatap almaya gelmez yani.

    Aslında cehaletin bir yanı da kendini iç ahlaksızlık açısından dışa vurur, “Çalıyor ama çalışıyor” fetvasını benimsemek gibi. Kolektif ahlaksızlığı peşinen kabullenmedir. Bunun yalnız şahsı bağlayan ferdi ahlaksızlıktan öte kötü toplumsal sonuçlar doğuracağını akledemez cahil kafa. “Çalmak ve çalışmak” eylemlerindeki ses uyumu bazı Türklerin kulağına hoş gelebilir. Ama adamların gayesi ultra projelerle sadece çalmaya çalışmaksa bunu fark etmemek aptallık değil midir? Bırakın iğneden ipliğe her şeyi ithal ederek ceplerine oluk oluk para akıtmalarını, sadece yeni yapılan köprülerden geçen araç ve havaalanlarından giden yolcu sayılarıyla devlet garantisi verilen rakamların dökümü çıkarılsa yolsuzluğun inanılmaz boyutu ortaya çıkarılabilir. Bir ses uyumuna toplumun umudunu yok etmek denmez mi buna?

    Tarihçi İlhan Bardakçı, konuşmalarında yer yer “Biz yazmadan kâtip, okumadan alim olan bir milletiz!” der, bilgi sahibi olmadan fikir beyan edilmesinden dert yanar, cehaletin toplumsal boyutuna dikkat çekerdi. İnternetle birlikte ‘kâtip’ ve ‘alim’ sayısındaki patlamayı görseydi, kim bilir daha da perişan manzara karşısında ne derdi? Aziz Nesin ise aynı durumu tersten okumuştu. Haksız mıydılar?

    Bitmedi daha; cahil kafa çatallı düşünür. ‘Kesin inançlı’ ve dogmatik tavır sergilemekten kaçınmaz. Siyah-beyaz şablonun dışına çıkamaz. Bu dar şablon dışındaki bütün düşüncelere bazen sert tepki verir, bazen yok sayar, bazen de farklı düşünce sahiplerini anında yargılar. Ancak Platon’un mağarasındaki gölgeleri gerçek zannedenler kadar zavallı olduğundan habersizdir. Kimliğindeki boşluklarla kişiliğindeki bozuklukları milli, dini ve tarihi hamasetle doldurmuştur bir kere. Hamaset biricik sığınağıdır; kendini güçlü bir yerde ve herkesin üzerinde konumlandırmak adına da tek dayanağı. Sürekli milli ve dini aidiyeti vurgulamak, bu şablon düşüncenin karakteristik özelliklerinden değil midir zaten.

    Endokrine olmuş beyinler de aynı cinstendir. Bakmayın beylik laflarla ortalıkta tafra sattıklarına. Cehaletin heykele dönüşmüş haliyle en konforlu cennetinde yaşarlar. Cahil kafalar tahtlarını kurdukları bu konfor alanından çıkmak istemezler. Her şey kontrolleri dahilindedir, kendilerini güven ve rahatlık içinde hissederler. Bırakın katmanlı düşünmeyi, hızlı düşündükleri için her türlü riskten uzak dururlar. Ne olur ne olmaz diye karışmazlar etliye sütlüye. Komplo efsaneleriyle bulanmış zihinlerinde kurguladıklarını gerçek zannedecek kadar naiftirler. Rasyonaliteden kopunca bir kere ardından realiteden de uzaklaşmak gelir. Tersi de mümkündür. Faraza ‘devlet’ ve ‘birey’ kavramları üzerine iki söz edemez; fakat kafasında sanki normal işliyormuş gibi zannettiği bir ‘devlet’ kurgusu vardır ve onu kutsayarak her fırsatta temize çıkarmaya çalışır. Kutsanan devletin elemanları, insan haklarını mı ihlal etti, zulüm mü yaptı, işkencelere çanak mı tuttu? Her olumsuzluğu rölatife etme cambazlığıyla hazırdır cevap: “Kurunun yanında yaş da yanar. Devlet kendini korur!” Tanrısal güç atfedip putlaştırdığı devlete biat etmeyeni veya onu eleştireni hain olarak yaftalamaktan geri durmaz.

   Soren Kierkegaard’a göre “Aldatılmaya (aptallığa) giden iki yol vardır: Birincisi doğru olmayana inanmak, diğeri doğru olana inanmayı reddetmek.” Demek ki kendi aklıyla doğru olanın ayırdına varma becerisi kazanmadan aldatılmaktan veya aptallıktan kurtulma şansı yok.

   Akılla zekayı birbirine karıştıran cahil kafa, küstahlıkta da sınır tanımaz. İbadetlerinden bile riyakarlık dökülür. Diniyle ilgili malumat kırıntılarına yeni uyanmışken gittiği camilerin kıblelerini düzeltmeye, oralarda karşılaştıklarına kıble dersi vermeye kalkışır. Karanlık dünyasında kendi kıblesini bulamamışken başkalarına istikamet vermeye kalkar. Osmanlı tarihi üzerine bir kitap dahi karıştırmamıştır ama Osmanlı kıyafetiyle sosyal medyada caka satar. Ezikliğini ve eksikliğini kostümle perdelemeye çalışacak kadar komplekslidir. İçi kof sloganların kölesi bir budaladır artık. Bilmediğini bilmeyenler sürü olduklarını nereden bilecek… Ne de olsa,

Okumadan anlar her işten cehli mürekkep,
Kütüphane yüklense yine merkeptir merkep!

    Madem açtık Pandora’nın kutusunu, mürekkep ehli olanları da eksik kalmasın. Türlü imaj hokkabazlıklarıyla egolarından bir abide oluşturma peşinde koşarlar. Sosyal medyanın sunduğu imkanları bir ‘ben inşası’ için patavatsızca kullanırlar. Profilinde sıraladıkları “üstün meziyetlerini’ başkalarına beğendirmek veya belli bir çevreye yaranmak maksadıyla narsisizmin nirvanasından oportünizm deryasına kadar yelken açarlar adeta. Başkalarından duymak istedikleri ‘eleştirel zekâ’ gibi övgüleri paylaşımlarının satır aralarına sıkıştırmakta bir beis görmezler.

    Omurgasızdırlar, rüzgâra göre yön belirlerler. Yan çizdikleri de çoktur. Güç ve çıkardır dümen suyunda gittikleri. İlke, ahlak mı? Cehalet panayırında geçer akçe değildir hiçbiri. Edepsizlikte yarışamazsınız kesinlikle, ne de olsa “marifet sınırlı, cehalet sınırsızdır”.

    Son tahlilde; cahile söz anlatmak ipe un sermekten çetindir, beyhude uğraştır, zamandan israftır! Ruhunun arazisini kötülüğün/kötünün istilasına açmış birinin gönül tarlasında çiçek açmaz! Kaldı ki iyiler istila etmez. Zaten bu yazı okumayan, aklını işletmeyen cahil kafalar için değil, onların rengi cahil olmayanların nazarında daha belirginleşsin diye yazıldı!

Muhammet Mertek

Letzte Aktualisierung: 12. Januar 2024
Zur Werkzeugleiste springen