Makaleler

Bir diktatörün düşüşü

Yıl 1985. Sıcak bir yaz günü. İstanbul Sirkeci’den Almanya’ya trenle gitmeye karar verdim. Hem de bütün Avrupa ülkelerinde bir ay geçerli İnterrail tren kartıyla. Hedeflerimden biri de Berlin Duvarı’nı görmekti.

Yugoslavya’dan geçerken endişe ve ürperti dolu ruh halimi unutamıyorum. Bulgaristan’dan Sırbistan’a kadar hemen her durakta garip garip insanlarla dolup boşalıyordu. Belli ki saç sakal birbirine karışmış tarla işçileriydi. Etrafa müthiş bir bira ve sigara dalgası yayılıyordu. Ve ben tek başımaydım.

Doğu Almanya’dan Batı Berlin’e geçerken de manzara farklı değildi. İlk işim şehri bölen meşhur duvarı ve arkasındaki baskı rejiminde yaşayan dünyayı görmekti. Yüksek bir binanın çatısına çıkarak doğu tarafını dakikalarca seyrettim. Duvar boyunca kulübelerde nöbet tutan askerlerden başka kimsecikler yoktu.

Daha sonra master için Almanya’ya geldiğimde 1988 ve 89 yıllarında yine yolum Batı Berlin’e düştü, bu sefer arabayla. Doğu Almanya’ya geçince durduğumuz bir park yerine hemen arkamızdan yetişen polisler durmanın yasak olduğunu ve devam etmemiz gerektiğini söylemişti. Yollarda Murat 124’e benzeyen Lada marka arabaların çokluğu, Lada da olsa herkesin bir arabası var galiba duygusunu veriyordu.

Doğu Almanya’nın sosyalist veya komünist rejim tarafından yönetildiğini biliyordum. Ama Stasi’den de, devlet partisi Almanya Sosyalist Birlik Partisi’nin (SED) zulümlerinin boyutlarından da bîhaberdim.

İnsanlar doğup büyüdüğü bir ülkeden ölümü göze alarak niçin kaçar? sorusu elbette zihnimi meşgul ediyordu. O günden bugüne diktatörlüğün yaşandığı ülkelerden kaçan insanları gördükçe o zamanları daha iyi anlıyorum. İster faşist, ister komünist olsun diktatörlüklerin mahiyeti ve sonucu benzer oluyor her nedense. Büyük ideallerle iktidara geliyorlar, gücü ele geçirince despot yüzlerini gösteriyorlar, evvela ekonomiyi, sonra ülkeyi bitiriyorlar ve sonunda halklarının lanetiyle ülkelerinden diri veya ölü ayrılmak zorunda kalıyorlar.

 

 

Doğu Almanya diktatörü de Şili’de son nefesini verene kadar sosyalizmi savundu. Çoğu diktatörler gibi bir hapishane tecrübesiyle yükseldi, ama 18 yıl kudretli bir iktidardan sonra trajik bir sonunun olacağını ihtimal kendisi de bilmiyordu.

On yedi yaşındayken Almanya Komünist Partisi’ne üye oldu (1929). Nazilere karşı mücadele sebebiyle 1935-45 arası tutuklanarak hapse atıldı. Savaş sonrasında kurduğu gençlik teşkilatının başkanlığını 1955’e kadar yürüttü. Berlin Duvarı’nın inşasında önemli rol oynadı. Haliyle Berlin Duvarı’nı geçmeye çalışanlara vur emrini veren kişi de kendisiydi. 1971’den 1989’a kadar Almanya Sosyalist Birlik Partisi (SED) Merkez Komitesi genel sekreterliği ile Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) Milli Güvenlik Konseyi başkanlığı yapan güçlü bir politikacıydı.

Erich Honecker’den başkası değildi bu politikacı. Doğu Almanya’ya 1973’te Birleşmiş Milletlere tam üyelik statüsü kazandırması en büyük başarılarından biriydi.

Özellikle 1980’li yıllarda ekonominin bozulmasından, Sovyetlerle ilişkilerin tökezlemesinden ve iç politikaların zora girmesinden de o sorumluydu. En son 1987’de Batı Almanya’yı resmi devlet töreniyle ziyaret etmişti. Zamanın başbakanı Helmut Kohl, – Gorbaçov’un da büyük desteğiyle – kan dökülmeden başarılı şekilde iki Almanya’nın birleşmesine giden yolu açmıştı.

Sovyet Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadse ile zamanın Federal Almanya Dışişleri bakanı Hans-Dietrich Genscher’in 18 Haziran 1990’da Münster’de 30 yıl savaşlarının sonlandırıldığı meşhur Barış Salonu’na (Friedenssaal) girerkenki büyük heyecanı bizzat gözlemlemiştim. Savaşta yerle bir edilen Almanya, kısa sürede ekonomik ve teknolojik mucizevi bir atılım içindeyken, tereyağdan kıl çekercesine duvarları kaldırıyor ve dünya barışı adına yeni dev bir adımı gerçekleştiriyordu.

Artık Honecker için trajik ve mutlak son yaklaşıyordu. Halk Konseyi 1989 sonunda yolsuzluk ve yetkiyi kötüye kullanma sebebiyle Honecker ve yüksek polit büro üyeleri hakkında soruşturma başlattı. Hem de 1978 yılından başlayarak. Ocak 1990’a kadar soruşturmayı yürüten ana mercinin ise Stasi’nin devamı Milli Güvenlik Bürosu’nun olması hayli ilginç. Ocak sonunda kısa süre tutuklanıp serbest bırakılan Honecker kalacak ev bulamadı. Başbakan olarak görev yapan kişi bile evine almaktan kaçındı. Avukatı aracılığıyla Protestan Kilisesinden yardım istedi. Ve hanımıyla birlikte bir papaz evine yerleşti. Halk haberdar olunca burada da rahat bırakmadılar. Lindow diye bir yerde özürlü ve evsizlerin kaldığı başka bir eve yerleştiler, oradan da 1991’de Gorbaçov’un girişimiyle Moskova’daki Sovyet askeri hastanesine…

 

 

Bu süre içinde Duvarı geçenlere vur emri verme sebebiyle hakkında açılan davadan Kasım 1992’de yine tutuklandı. Beş buçuk ay yattıktan sonra serbest bırakılması büyük protestolara yol açtı. Kuzey Kore, Suriye ve Şili gibi ülkelere sığınma talebi Şili tarafından kabul edildi. Son yıllarını sefalet içinde yaşayan Honecker, ilginçtir Filistinlilerin lideri Yaser Arafat’ın maddi desteğiyle Şili’ye gidebildi. Orada da Mayıs 1994’te öldü.

Ama batısı doğusuyla Almanya, onun ölümünü değil, her 3 Ekim’de duvarların yıkılmasını ve iki kardeş ülkenin birleşmesini kutluyor. Birçok sıkıntıya rağmen birleşme bütün dünyada pozitif bir sinerji oluşturdu.

Dikkatinizi çekmiştir; gerçek demokratik ülkelerde insanlar seçilir, yönetir, emekli olur, halkıyla barışık yaşar ve hayata veda eder. Ya diktatörlüklerde…

On sekiz yıl yegâne güç olarak yönettiği ülkede evsiz ve yalnız kalarak, Şili’de vatansız ölür…

Başı ve sonu benzer bu filmi kim bilir daha ne kadar toplum yaşayarak seyretmek zorunda kalacak…

Berlin Duvarı’nın arkasında yaşanan nice trajedileri demir perde de olsa göremediğime hayıflanıyorum. Ya şimdilerde popülizm ve manipülasyonlarla örülen sanal duvarlar arkasındaki trajedileri görmeyenlere ne demeli…

Muhammet Mertek

Letzte Aktualisierung: 3. Oktober 2018
Zur Werkzeugleiste springen