Makaleler

İdeoloji ve idealizm kıskacında din

Fikri oluşumlar bir idealle başlasa da gerçek hayattaki sorunları çözmede yetersiz kalabiliyor. Bu da çözülmelere, kırılmalara, hatta o fikir etrafında bir araya gelen insanların inandığı değerlere sırt çevirmelerine neden olabilir.

Benzer bir durum modern hayatın güncel tartışmaları için de geçerli. İnanç yegâne çözüm zemini ve ütopik bir hedef olarak vurgulanır, idealize edilirse farkına varmadan bir ideolojik saplantıya dönüşebilir. Sosyolog Karl Mannheim, ütopyayı istikbalin ideolojisi olarak görse de hangi din olursa olsun, böyle algılandığı ölçüde fanatizmi doğurur. Ve bu durum toplumda kutuplaşma ve çatışmalara zemin hazırlar.

Din kaynaklı hastalıklı akımların görece çoğalması tesadüf değildir. Günlük hayatta her fert, kendine has değerleri, ilgi alanları, eğilimleri, korkuları, görüşleriyle farklı tecrübeler yaşarken karşılaştıkları açmazlar karşısında tek bir yol gösterilmesi ne kadar doğrudur?

Aşırı derecede idealize edilen bir dinin en yaygın olduğu memleketlerde çatışma, adaletsizlik, zulüm, fakirlik diz boyuysa, çözümü din ile birlikte hukuk (devleti), ekonomi, eğitim, demokrasi, etik, insan hakları, özgürlükler gibi alanlarda da samimi bir bilinç geliştirmede aramak gerekmez mi?

Bir düşüncenin, felsefenin, inancın, siyasi görüşün, ideolojinin fanatiği olup, başkalarına nefretle bakmaktaki tılsım nedir? Nasıl oluyor da insanlar, özgürlüğünden, canından vazgeçebiliyor, inanılmaz fedakarlıklarda bulunabiliyorlar? Ve insana yaraşır bir hayat sürmek varken, şiddete bile başvurabiliyor; farklı düşünen insanlara kin kusup hayat hakkı tanımayabiliyor?

Cemil Meriç, sözlük anlamından hareketle ideolojileri siyaset dünyasının haritaları olarak görür. İnsan haritasız denize açılamaz. Harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz değildir. Şuur olarak nitelendirdiği pusulaya da ihtiyaç var. „İdeolojilerin peşine takılanlar pusulasızdırlar. Gemi ya kayalara çarpar, ya batağa saplanır. İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Yabani bağırır, medeni insan konuşur.“

 

 

Meriç, bir başka yerde Türk insanının siyasi düşünceye gözlerini kapamasını eleştirir ve ekler: ‘Bütününü bilmediğimizden ya sloganlara esir olduk, ya ideolojilere köle.’

Her ideoloji bir ışık sunsa da, ona köle olmak körlüğe yol açar. Ve insan başka fikir ve tecrübelere kapatır kendini. Çoğu kez sloganik bir saplantıya girer, bir ‘izm’ tutturur ve körü körüne arkasından gider. Kişi tek gerçek zannettiği bir ‘izm’ uğruna hürriyetini ya da hayatını dahi feda edebilir.

İlginçtir, aşırı idealize edildiğinde din de ideolojiler de gerçeklikten, reel hayattan kopuş emareleri taşıyor. Ne kadar kutsal olsa veya kulağa hoş gelse de gerçeklikten kopuk dar bir anlayış insana ne kazandırabilir? Diğer toplum kesimleriyle veya farklı düşüncedekilerle ilişkilerin tümüyle kopmasına ya da (stratejik) bir çıkar etrafında şekillenmesine yol açar, o kadar.

Halbuki İslam dini insanları ‘kâmil insan’ olmaya; kendine, ailesine ve topluma faydalı fertler haline gelmelerini sağlamaya matuf prensipler ortaya koyar. Dayanışmayı, kardeşliği, toplumsal huzuru önceler. İmanıyla, ibadetiyle, muamelatıyla hayata bir mana kazandırmaya, onu daha yaşanılabilir kılmaya çalışır. İnsanlar böyle bir ‘kutsal’dan her daim istifade eder, onun manevi atmosferinde hayatın binbir türlü labirentini aşmaya, her iki alemde mutluluğa ulaşmaya gayret ederler.

Böylesine çok boyutlu ve evrensel yönleri olan bir din bazı Müslümanlar tarafından dar dünyalarına hapsedilerek ruhsuz bir ideolojiye dönüştürülüyor ve slogan seviyesine indirgeniyor. Böyle bir din anlayışı, elbette ilahi olmaktan çıkar. Dar ve yoz fikirlilerin payandası haline gelir. Çeşitli İslam anlayışlarının şekillenmesinde coğrafi, siyasi, kültürel şartların belirleyici rol oynadığı malum. Gücü elinde tutan otoriteyle alimlerin ilişkileri de. Tarih boyu İslam dinini okuma biçimlerinin çoğunu bu şartlar ve ilişkiler belirlemedi mi? Haricilerden Vahhabiliğe, İhvan’dan Talibana, şiddet yanlısı Selefilikten İslamcılara kadar dini (siyasi) ideolojiye indirgeyen akımlar gibi…

Siyasi İslamcılar, dini kutsallığından koparıp, sadece dünyevi bir ideoloji temelinde yorumlarken, selefiler tamamen sosyal gerçeklikten yoksun idealize etmeyi yeğledi. Oysa hakiki Müslümanlık ne sadece yeryüzündeydi ne de göklerde.

Kendilerinden başka her türlü fikre, ilkeye, hayat algısına karşı tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün ana sebebi bu ideolojik yaklaşımdır, desek yanlış olmaz. Aynı zamanda çoğulculuğu baştan reddederek, iç çekişmelerin, sosyal huzursuzlukların her daim temel kaynağı da bu değil mi? Değişik radikal gruplar, yaşadıkları toplumlar içinde zararlı birer unsur haline geliyor. Bir ideolojiye odaklanmak en azından toplumu bölüyor.

Siyasi İslamcıların ve radikal selefi grupların çoğunun evrensel değerlere kulak tıkamaları, İslam’ın temel değerlerine rağmen marjinalleşmeleri bu yüzden. O zaman evrensel bir dinin herhangi bir ‘izm’ veya ideoloji olmadığını yeni nesillere nasıl aktaracağız? Eğer ideolojiler siyasi fikir mücadelesinin silahı ise çözüm pek de kolay değil. Ama insanlığın yaşadığı bu kadar trajedi ve tecrübeden sonra aslında bir yol daha var. Dini terbiye ve bilgiyle birlikte evrensel hukuki, demokratik, etik değerleri ferdin akıl ve vicdanıyla yoğurarak elde etmesini sağlamak… Çünkü sosyal hayattaki boşlukları büyük ölçüde bu kavramlar ve değerler dolduruyor.

 

 

İşte burada söz konusu boşluklar akıl ve vicdanın rehberliğinde doldurulamadığı zaman bir başka handikap daha devreye giriyor: Dinin idealize edilmesi. Sürekli din temelli mesajlarla fert ve toplumlar motive ve mobilize edilebilir. Fakat toplumun genelinde vuku bulan sosyal, psikolojik, ekonomik problemlerin nihai çözümünde, idealize edilen inancın katkısı belki devede kulak kalır. Çoğu kez idealize edilen dini içerikler veya kutsallık atfedilen bir zaman dilimi ya da kişiler gerçek hayatla örtüşmez. Öte yandan yığınla ekonomik ve sosyal problemler yaşanırken ideolojik ve ütopik dini mülahazalarla toplumu afyonlayıp bir süre uyutabilirsiniz de. Dolayısıyla dini ne ütopik ne de aşırı idealize ederek sosyal hayatın gerçeklerinden kopmamak daha sağlıklı değil midir? 

Muhammet Mertek

Letzte Aktualisierung: 27. Februar 2020
Zur Werkzeugleiste springen